Bir eğri, kendisini bir doğru gibi sunarsa ne olur?
Tarih, bu sorunun cevabıyla doludur. Eğrinin, kendini doğru gibi sunmakla kalmadığı; aynı zamanda hakikati tekeline aldığı, hakikat adına konuştuğu, hatta doğrunun ta kendisi olduğuna inandırdığı dönemlerle örülüdür. Asıl tehlike de burada başlar. Çünkü eğri, kendisini bir doğru gibi kabul ettirdiğinde, artık hiçbir doğru toplum nezdinde kabul görmez. Hakikatin tahtına oturan eğri, diğer tüm doğruları ya sürgüne yollar ya da sessizliğe mahkûm eder.
Şimdi de Usta Halilin Hikâyesi ile devam edelim.
Bir zamanlar, uzak bir köyde, herkesin saygı duyduğu bir terzi yaşarmış. Adı Usta Halil. Dikişi öyle düzgün, ölçüsü öyle hassasmış ki, köyde “Halil’in diktiği doğru olur” denirmiş.
Bir gün köye başka bir terzi gelmiş: Tarakçı İhsan. Dikişleri biraz yamuk, ölçüleri pek tutmazmış ama konuşması tatlıymış, lafı dolandırır, süsler püsler, öyle satarmış elbiseleri. İlk başta kimse ciddiye almamış onu. Fakat zamanla, insanlara “Bu yeni moda,” “Eskidenmiş doğru ölçü, şimdi bu kalıp geçerli,” diyerek kendini kabul ettirmiş.
Bir gün Halil’in oğlu babasına sormuş:
— Baba, senin diktiğin elbiseler daha düzgün ama kimse senden almıyor artık. Neden?
Halil ustanın cevabı, bu yazının temelini oluşturuyor:
— Oğlum, bazen eğri, kendini o kadar iyi doğru gibi gösterir ki, doğruya kimse inanmaz artık.
Ve işte biz bugün, tam da bu hikâyenin yaşandığı çağlardan birindeyiz.
Tarihten Bir Yansıma: Galileo’nun Sessizliği
1600’lü yıllarda, Katolik Kilisesi’nin “Dünya evrendir” dogması, mutlak doğru kabul ediliyordu. Galileo Galilei, teleskobunu gökyüzüne çevirdiğinde, bu “doğru”nun aslında eğri olduğunu fark etti. Ancak eğri, çoktan kendini doğru ilan etmişti. Galileo’ya kalan, ya susturulmak ya da diz çöküp eğrinin doğruluğunu kabul etmekti. Ve o diz çöktü. Fakat yalnızca dili çöktü, aklı değil.
Eğri, doğruyu bastırabilir. Ama onu yok edemez. Çünkü doğru, zamana dayanır; eğri ise güce. Güç değişince eğrinin maskesi düşer. O yüzden hakikat, bir sabır işidir.
Platon’un Mağarası: Gölgelerin Hakikat Sayıldığı Yer
Platon’un mağara alegorisini hatırlayalım. İnsanlar, duvarlara yansıyan gölgeleri gerçek sanır. O gölgeler, eğridir. Ama herkes onlara “doğru” der. Ta ki biri zincirlerini kırıp mağaradan çıkana kadar. İşte o an, hakikatin kendisiyle ilk kez karşılaşır. Ama mağaraya geri döndüğünde artık onu kimse dinlemez. Çünkü eğriye alışmış olan göz, doğrunun parlaklığına tahammül edemez.
Modern dünyada medya, ideoloji, iktidar, muhalafet yada politika – hepsi bu mağaranın yeni mimarlarıdır. Eğriler, doğru gibi paketlenip servis edilir. Etiketin üstünde “gerçek” yazar ama içeriği sahteyle doludur. Toplum ise artık etikete değil, içeriğe bakmaktan yorgundur.
Nietzsche’nin Aynasında Eğriyi Görmek
Nietzsche der ki:
“Hakikat, yalanların içinde kaybolmuş bir ironi olabilir.”
Ve haklıdır. Çünkü eğri yalnızca bir hata değil; bilinçli bir tercihtir çoğu zaman. Eğri, sesini yükseltir. Doğru ise anlatmayı tercih eder. Ama çağımız bağıranı dinliyor, anlatanı değil.
Usta Halil, her zaman sessizce dikerdi. Tarakçı İhsan ise çarşının ortasında bağırarak satardı kumaşını. Ve insanlar sesi takip etti. Çünkü ses, görünür olmayı getirir. Görünür olan da zamanla “doğru” kabul edilir.
Günümüzün Dijital Eğrileri
Artık bir fikir, doğruluğuyla değil; kaç kişi tarafından paylaşıldığıyla ölçülüyor. Yani hakikatin kendisi değil, kaç kişiye ulaştığı belirliyor değerini. Bu da eğrinin işine geliyor.
Bugün “eğri” algoritmanın dostu. Çünkü dikkat çekiyor. Daha çok tık alıyor. “Şok!”, “İnanılmaz!”, “Yok artık!” başlıkları bu yüzden hep eğri. Ama milyonlar izliyor. Sonra biri çıkıp “Aslında bu bilgi yanlış,” dediğinde geç oluyor. Çünkü eğri artık “gerçeklik” haline gelmiş durumda.
Tarakçı İhsan bugün olsa, YouTube kanalı açar, Reels çeker, elbisenin üstüne “devrim” derdi. Ve herkes ona koşardı. Halil usta ise belki hâlâ atölyesinde düzgün dikiş peşinde olurdu.
Doğru Nerede Durmalı?
Doğruyu savunmak, bazen mağarada zinciri kırmak gibidir. Bazen Galileo gibi susturulmak, bazen Nietzsche gibi anlaşılmamaktır. Ama yine de doğru, eğrinin hüküm sürdüğü her çağda var olmaya devam etti.
Bugün belki azınlıktayız. Belki sesi az çıkanlarız. Ama bu yazıyı buraya kadar okuduysan sen de artık bir Halil usta çıraklığındasın. Ve bil ki:
Eğrinin gürültüsü ne kadar çok olursa olsun, doğrunun sessizliği zamana daha dayanıklıdır.
Sonuç Yerine: Halil Usta’nın Dersi
Belki Halil usta artık dükkanını kapattı. Belki de köyde kimse onun adını bile anmıyor. Ama onun diktiği elbiseler hâlâ sapasağlam.
Zaman geçer. Eğri çürür. Doğru kalır.
Sen doğruyu dikmeye devam et.
YAZAN: MEHMET KOÇ